1972 yılında Pele'li Santos İstanbul'a maç yapmaya gelir.
43.275 seyirci önünde Fenerbahçe ile oynar , farklı galip gelir.
Bu özel maçtan sonra Fenerbahçeli yöneticiler ,Santos'u getiren menajer ile görüşürler.
"Bize iyi bir Brezilyalı teknik adam getirebilir misin ?"
"Didi'yi Türkiye getiririm" der menajer.
22 Temmuz 1972'de Didi göreve başlar.
İstanbulspor'dan Cemil Turan kadroya dahil edilir.
Didi'nin uygulamak istediği disiplin karşısında futbolcular tepki gösterir.
Kadro dışı kalan oyunculara basın sahip çıkar !
Didi'nin belindeki sakatlık nedeniyle bazı idmanları yandan seyretmesi zaten basına malzeme olmuştur.
Fenerbahçe 1972-73 sezonunu Galatasaray'ın ardından 2.bitirir.
Galatasaray üst üste 3.defa şampiyon olmuştur.
Kupada ise 8 kişi kalan Ankaragücü'ne İstanbul'da yenilen Fenerbahçe,Ankara'da galip gelir ama elenir.
Fenerbahçe yönetimi tarihi bir karar verir : DİDİ KALIYOR !
Sezonun son iki kupasında oynayan Fenerbahçe, Başbakanlık kupasında Ankaragücü'nü 5-2 yenip Türkiye kupasının rövanşını alır.
Sadece 3 gün sonra Cumhurbaşkanlığı kupasında Cemil ve Fuat'ın golleriyle şampiyon Galatasaray'ı 2-1 yener.
DİDİ ile 2 kupa müzeye gitmiştir !
1973-74 sezonunda Alpaslan ve Ender de takıma dahil olurlar.
Sarı Kanaryalar bitime 3 hafta kala İzmir'de Göztepe'yi yenip şampiyonluğunu ilan eder.
Türkiye kupasında tarihinde ilk defa Galatasaray'ı eleyen Fenerbahçe finalde Bursaspor'u yenip sezonu çifte kupayla tamamlar.
1974-75 sezonunun şampiyonu yine bitime 3 hafta kala belli olur: Fenerbahçe !
Fenerbahçe üst üste 2.defa şampiyon olmuştur.
Basınla ilişikleri bir türlü iyi olmayan Didi'nin Fenerbahçe'si için "şampiyon oluyor ama iyi futbol oynamıyor" sözleri yazılır...
Şampiyonlukla kapanan sezonda Cumhurbaşkanlığı kupası da Fenerbahçe'nin olur.
Didi'nin 3 sezonluk karnesinde
2 Şampiyonluk ,
1 Türkiye Kupası,
2 Cumhurbaşkanlığı Kupası ,
1 Başbakanlık kupası vardır.
Galatasaray'a karşı yapılan 18 Maçın 10 tanesi Fenerbahçe kazanırken Galatasaray sadece 2 galibiyet alabilmiştir.
Didi'nin karnesindeki tek eksik belki de Avrupa Kupası maçlarıdır.
Evinde sadece 1 maç kaybeden Fenerbahçe deplasmanlarda zorlanmaktadır.
Toplam 11 maçta 5 galibiyet 1 beraberlik 5 mağlubiyet almıştır....
1975-76 sezonuna da Fenerbahçe yine çok iyi bir başlangıç yapar.
Sırasıyla Sanlı'nın jübilesinde Beşiktaş'ı 2-1 , TSYD'de Trabzonspor'u 1-0 , Galatsaray'ı 3-1 , Beşiktaş'ı 2-0 , Muzaffer'in jübilesinde Galatasaray'ı 4-3 , Zafer Kupasında Beşiktaş'ı 4-0 yener...
Ligde ilk 2 maçta 1 beraberlik 1 galibiyet gelir ve Fenerbahçe "o" maça çıkar.
17 Eylül 1975'de Fenerbahçe Lisbon'da Benfica'ya 7-0 kaybeder.
"Bu güçlü kadroyu kim olsa şampiyon yapar" denir ve DİDİ'nin görevine son verilir..
Takımın başına Abdullah Gegiç getirilir.
İlk maç Adanaspor ile yapılır, futbolcular sahaya çıkıp başları önde 7-0 için özür dilerler.
O sene Fenerbahçe ligde Galatasaray'a 2 defa yenilir.
Kupadan elenir.
Başbakanlık kupasını finalde Trabzonspor'a kaybeder.
Yönetim değişir.
vee
O sezon bir Anadolu takımı Trabzonspor ilk defa Şampiyon olur !
O yıldan sonra da Fenerbahçe üst üste 3 defa şampiyon olamaz .
Şampiyon olmadığı sezonlarda hocalarının arkasında duramaz.
Elbette istisnalar da olur.
ve o istisnalardan biriyle tarihinin en karmaşık yıllarında en başarılı dönemini yakalamışken karşısına tekrar Benfica çıkar :)
"Eğer toplum sürekli kendini tekrar eden bir şey olsaydı sosyolojiye gerek kalmaz zooloji yeterli olurdu"
30 Haziran 2015 Salı
28 Ocak 2015 Çarşamba
Devlet nedir?
Devlet nedir?Aslen halka hizmet etmesi gereken kurumlar bütünü.
Ama bu topraklarda değil.
Daha doğar doğmaz sizin yerinize dininizi seçer.
Eğitim sistemi onu koruyup yüceltmeniz üzerine kuruludur.
Sen askerlik yaparsın ama devlet yapmaz.
Devlet cinayet işler, kanı sen yıkarsın.
Devlet gece biraz içer, sabah çöpü sen toplarsın.
Devlet sana vurabilir ama sen ona el kaldıramazsın.
Devlet senin sokağını yıkar ama sen sokağa çıkamazsın.
Oy verirsin, başkasını seçersin, yine ezilirsin.
İktidarlar değişir ama devlet baki kalır.
Bugün bu iktidar yarın başkası.
Bugün muhalefette olan yarının başbakanı.
İsimler değişir devlet kalır bilesin...
Tependeki o ışığı göğe tut kardeşim.
Aslında sen ülkenin gerçek sahibisin.
Ama bu topraklarda değil.
Daha doğar doğmaz sizin yerinize dininizi seçer.
Eğitim sistemi onu koruyup yüceltmeniz üzerine kuruludur.
Sen askerlik yaparsın ama devlet yapmaz.
Devlet cinayet işler, kanı sen yıkarsın.
Devlet gece biraz içer, sabah çöpü sen toplarsın.
Devlet sana vurabilir ama sen ona el kaldıramazsın.
Devlet senin sokağını yıkar ama sen sokağa çıkamazsın.
Oy verirsin, başkasını seçersin, yine ezilirsin.
İktidarlar değişir ama devlet baki kalır.
Bugün bu iktidar yarın başkası.
Bugün muhalefette olan yarının başbakanı.
İsimler değişir devlet kalır bilesin...
Tependeki o ışığı göğe tut kardeşim.
Aslında sen ülkenin gerçek sahibisin.
24 Aralık 2012 Pazartesi
Heavy Rain
Mutluluk, küçük kırmızı bir balon kadar tatlı, ama onun kadar da narindir. Onu koruyup kolladığınızda, ölene dek sizle kalır. Tersi olduğunda ise, mutsuzluk sizi kolayca avucuna alır. Önüne geçemezsiniz...
( from Heavy Rain )
2 Ağustos 2012 Perşembe
29 Temmuz 2012 Pazar
Nokta
People
don't change. We grow old. And some of us adapt. And learn how to enjoy
simple pleasures of life, like a family, a home. And for you... What's
in that glass right now, for you, is as good as it's ever going to be.
One day you'll understand. You got more past than future, you learn.
Ta kendisi
Çok uzun zaman oldu yazmayalı...
bu satırları okurken, düşünürken, kızarken, gülerken, ağlarken, hata yaparken, yalan söylerken, uyurken, koşarken, izlerken, kin tutarken, şarkı söylerken, dinlerken, dinlenirken, yazarken, susarken yaptıklarının tamamıdır hayat...
aldığın nefeslerin bütünüdür aslında.. her biri için tek tek şükretmen gereken nefeslerin... kime niye nasıl neden farketmez; değer bilmedir işte...
aynı hissiyatla isyan etmektir bazen... madem nefes kadar önemlidir bir saniyesi bile çalınmamalıdır çünkü sizden...
ve aynı şekilde sabretmektir saniyeden bin kat fazlasını eşe dosta doyasıya harcarken...
hissetmektir, hissettiğinin farkına varmak ama ona çok takılmamaktır.. önüne bakmaktır, arkada bıraktıklarını unutmadan ama onlara bağlanıp kalmadan...
taksiye para vermenin taksiciyi satın almak olmadığını bilmektir...
ertelememektir hayat... yapmak istediklerini korkularının arkasına saklamamak...
ama yüreğin öyle diyorsa hepsini bir kenara bırakabilmektir yeri geldiğinde...
bu yeri gelmenin ne olduğunu eşşek gibi bildiğini kendine itiraf etmektir daha önemlisi...
anlamak değilse bile anlamak için elinden geleni yapmaktır..
filmin senin olduğunu, başrolde oynadığını bile bile tüm rollere saygı duymaktır...
sadece sıcak bir günaydındır, en samimisinden...
accayip acıdır bazen... accayip acıtır....
hüzündür kulaklıktan dramatik melodiler yükselirken...
kaybettiğinde fena halde hüzündür...
bulduğunda sevinç gözyaşı...
evet tamam... yerleşikliğe alıştıkça cesur adımlar atmaktan korkmaktır kimi zaman...
gitmektir vakti geldiğinde ya da gelmeden, belki geçtikten sonra...
kalmak isteyerek ya da götürülmediğinden...
hiç beklemezken yenmektir en güçlüyü...
iç sahanda puan kaybı umulmadık anda...
reklamda gördüm, paranın satın alamayacağı şeylerdir günün bazı vakitlerinde
2-6 nöbetine benzediğinde hiç çekilmez..
direksiyonda otururken yayayı, karşıya geçerken sürücüyü anlayabilmektir...
her akşam ders alıp her sabah unutmaktır...
dengeli beslenme programıdır bir türlü uyulmayan...
bir fincan kahve içmeden kırk yıl hatır saymak mesela...
karmaşıktır yahu işte...
onu güzel yapan da budur...
derbi gibi işte...
sözün özü, bir tebessümdür hayat...
ama bir yerde durmaktır...
e herkes kendi hikayesini eklesin işte demektir...
mesele açık ve nettir aslında...
kendi hikayenizi filmde izleseniz bayılırsınız..
içindeyken kıymetini bilin...
hayat biz gelecek için plan yaparken başımızdan geçenlerdir...
son söz :
i'm not william wallace.. but doesn't matter.. i still can fight for you...freedoooooooommmmmmm :)
bu satırları okurken, düşünürken, kızarken, gülerken, ağlarken, hata yaparken, yalan söylerken, uyurken, koşarken, izlerken, kin tutarken, şarkı söylerken, dinlerken, dinlenirken, yazarken, susarken yaptıklarının tamamıdır hayat...
aldığın nefeslerin bütünüdür aslında.. her biri için tek tek şükretmen gereken nefeslerin... kime niye nasıl neden farketmez; değer bilmedir işte...
aynı hissiyatla isyan etmektir bazen... madem nefes kadar önemlidir bir saniyesi bile çalınmamalıdır çünkü sizden...
ve aynı şekilde sabretmektir saniyeden bin kat fazlasını eşe dosta doyasıya harcarken...
hissetmektir, hissettiğinin farkına varmak ama ona çok takılmamaktır.. önüne bakmaktır, arkada bıraktıklarını unutmadan ama onlara bağlanıp kalmadan...
taksiye para vermenin taksiciyi satın almak olmadığını bilmektir...
ertelememektir hayat... yapmak istediklerini korkularının arkasına saklamamak...
ama yüreğin öyle diyorsa hepsini bir kenara bırakabilmektir yeri geldiğinde...
bu yeri gelmenin ne olduğunu eşşek gibi bildiğini kendine itiraf etmektir daha önemlisi...
anlamak değilse bile anlamak için elinden geleni yapmaktır..
filmin senin olduğunu, başrolde oynadığını bile bile tüm rollere saygı duymaktır...
sadece sıcak bir günaydındır, en samimisinden...
accayip acıdır bazen... accayip acıtır....
hüzündür kulaklıktan dramatik melodiler yükselirken...
kaybettiğinde fena halde hüzündür...
bulduğunda sevinç gözyaşı...
evet tamam... yerleşikliğe alıştıkça cesur adımlar atmaktan korkmaktır kimi zaman...
gitmektir vakti geldiğinde ya da gelmeden, belki geçtikten sonra...
kalmak isteyerek ya da götürülmediğinden...
hiç beklemezken yenmektir en güçlüyü...
iç sahanda puan kaybı umulmadık anda...
reklamda gördüm, paranın satın alamayacağı şeylerdir günün bazı vakitlerinde
2-6 nöbetine benzediğinde hiç çekilmez..
direksiyonda otururken yayayı, karşıya geçerken sürücüyü anlayabilmektir...
her akşam ders alıp her sabah unutmaktır...
dengeli beslenme programıdır bir türlü uyulmayan...
bir fincan kahve içmeden kırk yıl hatır saymak mesela...
karmaşıktır yahu işte...
onu güzel yapan da budur...
derbi gibi işte...
sözün özü, bir tebessümdür hayat...
ama bir yerde durmaktır...
e herkes kendi hikayesini eklesin işte demektir...
mesele açık ve nettir aslında...
kendi hikayenizi filmde izleseniz bayılırsınız..
içindeyken kıymetini bilin...
hayat biz gelecek için plan yaparken başımızdan geçenlerdir...
son söz :
i'm not william wallace.. but doesn't matter.. i still can fight for you...freedoooooooommmmmmm :)
2 Mayıs 2012 Çarşamba
ayağı kırıldığında sakız çiğneyen dev...
ay lav yu'nun sözlük anlamı...
högh'ün arkadaşı, hepimizin can yoldaşı...
öyle vurdu işte... kenara koştu sonra parmağını sallaya sallaya...
19 yıl olmuş bak...
hiç unutmuyoruz biz...
acımızı da sevincimizi de...
çünkü evladımıza miras bırakacağımız o formada kayıtlı hepsi...
çünkü baktığımız her yerde çubuklu var...
nerde bir sarı görsek yanında lacivert arıyoruz...
bulamazsak ya denize ya göğe bakıyoruz...
ama fırtınadan önce sessizce izliyoruz...
lefterin formasını kim koyuyorsa masaya...
onu aklımıza yazıyoruz...
sizin durduğunuz yerden bakınca...
ayağımız kırık bizim...
öylece sakız çiğniyoruz...
ama dişimizde yüreğimiz var...
her gün acılara yatıyor, her sabah umuda uyanıyoruz...
lanet olsun puanınıza, paranıza 2020 hesabınıza...
biz sadece çubukluyu tanıyor, kocaman sevdamıza güveniyoruz...
10 ay önce söyledik, yine söylüyoruz...
kupanın değil onurumuzun peşinden gidiyoruz...
her kim puanla hesaplamaya çalışıyorsa bu sevdayı iyi bilsin;
bir gram leke düşmüşse palamutlu armaya,
küme düşmek istiyoruz...
puan silinecek diyen varsa, biz ne yapacağımızı biliyoruz...
biz sizin maddelerinize değil,
kocaman adamla kahramanlarının alın terine güveniyoruz...
ve sizden merhamet değil adalet istiyoruz...
biz çubukluya ömrümüzün yarısını değil
tamamını adamışız efendiler...
ve o ömrün her günü bu emanete sahip çıkacağız...
bugün uche yok çubuklu kadroda...
ama kardeşleri var... biliyoruz...
perşembe yoboyla inönüye...
cuma onbinlerle çağlayana geliyoruz....
16 Nisan 2012 Pazartesi
13 Nisan 2012 Cuma
Ziyade olsun
Eski Roma'da insan ömrü 40 seneymiş; doğru ya da yanlış bir yerde okumuştum... Yani neredeyse bir ömür kadar sene geçmiş üstünden dörtte üçünü yemişiz ömrümüzün..
Hala en derinde Fenerbahçe...
Bana ait ama benden öte...
Hala en derinde Fenerbahçe...
Bana ait ama benden öte...
19 Mart 2012 Pazartesi
Hellimsiz Makarna..
Bu sene sanki son derece normal şartlar altında, son derece normal koşullarda devam eden bir sezonmuş gibi oturup berabere kalınan bir maç sonrasında teknik, taktik, kadro filan tartışıyoruz. Bu tartışmayı bir yerde anlıyorum, yaşadığımız bunca şeyden sonra taraftar bir zafer istiyor. Bunca çilenin sonunda güzel bir "olay" Diğer yandan bunca yaşananın unutulup da son derece normal bir zamandan geçiyormuş gibi Aykut hocayı tartışmak, ayıbın, saygısızlığın büyüğü.
Geçen sene takımın aksayan yerleri belliydi. Neticede orta sahanın göbeği yeteri kadar verimli değildi, genel olarak kanatlarda, özel olarak sol kanatta bir problem olduğu gözüküyordu.
Takımın en iyi yeri defans göbeğindeki "Lugano - Yobo" ikilisyken, en büyük boşluk da Niang'ın olmadığı maçlarda forvette gözüküyordu. Dolayısıyla sezon sonunda takviye edilecek yerler mümkünse sol bek, orta sahanın göbeği ve Niang'a bir yedek olacaktı.
Neden? Çünkü Fenerbahçe'nin ortasahasının göbeği biraz fazla yumuşaktı, Emre'nin oynamadığı maçlarda, orta sahadan ileri uca top taşımakta zorluk çekiliyordu, Baroni - Selçuk hattının oyun kurma becerisi yeterli değildi. Andre Santos çok yetenekli bir oyuncu olsa da arkası sürekli boş kalıyordu, bu alandaki boşluğu da rakip takımlar değerlendiriyordu.
Dahası, Niang sakatlandığında forvette Guiza oynayınca gol bulmakta takım daha da zorlanıyordu. İki sezondur kapalı defanslara karşı baskı kurarak oyunu açacak, kanatlara top taşıyabilecek, top karşı takımdayken de topu kazanarak yeniden oyuna sokabilecek oyunculara ihtiyacımız var.
Yani sezon başında Fenerbahçe'nin transfer listesinde ortasahanın göbeğine bir yabancı oyuncu, kronik sakatlıkları nedeniyle Emre'ye bir alternatif, Niang'a güçlü bir yedek, defansın göbeğine her tür duruma karşı bir alternatif ve eğer mümkünse daha iyi bir sol bek transferi vardı.
Nitekim Gökhan İnler, Selçuk İnan, Diarra, Serdar Kesimal, Emenike transfer hareketleri de bu alana yönelmişti. Sezer Öztürk ve Orhan Sam transferleri ise kulübeyi zenginleştirmek yönünde atılmış adımlardı.
Peki ne oldu? 3 Temmuz operasyonu oldu. Sonra bir de 24 Ağustos darbesi geldi.
Takımın en güçlü iki mevkisi dağıldı. Niang gitti, Lugano gitti, onların açtığı boşluk için elimizde kim vardı? Serdar Kesimal, Bilica, Bekir, Bienvenu.
Bu sezonun kazancı Stoch ise, kaybı da Milli Takım'da hatalı bir tedavi gören, iyileşmesi ve adaptasyon dönemi gittikçe uzayan Gökhan Gönül ile yine bir türlü toparlanamayan Mehmet Topuz dur.
Yani Fenerbahçe bu sezona geçen sezondan çok daha güçsüz bir kadroyla başladı. Geçen sezonun eksikliklerinin üstüne yeni eksiklik alanları ortaya çıktı.
Üstelik Fenerbahçe ekonomik olarak da büyük bir darbe yediği için bu eksiklikleri sezon içerisinde kapatabilecek güçten de mahrum kaldı.
Bugün Fenerbahçe'nin bir önceki sezona göre daha dar bir kadrosu, daha fazla transfer ihtiyacı var. Fenerbahçe'nin orta sahası çok yumuşak, orta sahanın göbeğindeki ikilide Emre'nin agresif ve bireysel çabaları dışında oyuna iki yönlü katkı çok düşük. Yani oyunun temeli, orta sahanın göbeği boş.
Sol kanat geçen sezon da bir problem alanıydı. Bu sezon Stoch'un bireysel çabasını ve yeteneğiyle yarattığı alanları saymazsak hiçbir verime sahip değil. Andre Santos'un oyunun defansif yönüne katkısı azdı ancak çok yetenekli, ayağını iyi kontrol edebilen bir oyuncu olduğu için sonuca etkisi güçlüydü. Ziegler'in hücuma katkısı Andre Santos'un yarısı kadar bile değil. Defansın yönündeki katkısı da herkesin malumü.
Geçen sezonun en dinamik, en güçlü ikilisi Gökhan Gönül, Mehmet Topuz ikilisiydi. Oyunun her iki yönünde de çok büyük katkısı olan bu ikili Fenerbahçe'nin kanat organizasyonlarının temeli olarak gözüküyordu. Üstelik bu ikilinin sağ kanattan yaptığı bindirmeler rakibin dengesini de bozuyor, onların topa sahip olma ve kullanma becerilerini aksatıyor ve oyuna katkılarını düşürüyordu. Bu sezon ise bu ikili geçen sezonun yarısı kadar bile oyuna katkı sağlamıyor.
Üstelik takıma en büyük güven veren, hücuma çıkmalarına ve rahatça topla oynamalarına sebep olan yer, defansın göbeği de artık boş. Eskiden takım arkada Lugano ve Yobo'nun olduğunu bilerek biraz daha ileri hareket edebiliyordu, bu sezon ise defansın göbeği aynı güveni vermiyor. Herkes diyor ki 2-0'dan sonra takım neden geri çekildi? Çok basit, çünkü ileri giderlerse arkada ne olacağını, Galatasaray'ın hızlı oyuncularının orada neler yapabileceğini hepsi düşünüyor.
Ayrıca, ileri uçtaki oyuncuların da karşı takıma rahat top kullandırması orta sahaya daha fazla baskı yaratıyor. Orta saha sürekli mücadele ettiği için, zaten kapasitesi belli oyuncular da gittikçe oyundan düşüyor, oyundan düştükçe onlar da geriye doğru çekiliyor ve takımın elinde kontra atak silahları da olmadığından genel olarak takım baskı yiyor.
Bütün bunlara,
3 Temmuz operasyonunu, takımın yöneticilerinin tutuklu olmasını, finansal girdilerin düşmesini, her maçtan önce ortaya çıkan bir takım olayları, Fenerbahçe maçlarından önce ilan edilen yeni kuralları, iddianameleri, "şok edici" gelişmeleri, korkunç medya (qtm) baskısını ve bütün bunların yarattığı psikolojiyi ekleyin,
Aykut Hoca bütün bunlarla mücadele ederek takımı bu seviyede tuttu. Bugün Fenerbahçe ikinciyse, bu başarının altında Aykut Hoca'nın liderliğinin imzası var.
Hayal dünyasından çıkmamız lazım. Fenerbahçe çok dar bir kadroyla bugün ligin zirvesinde yer alıyor. Bu kadro esasında şampiyonluk için yeterli değil ancak yine 3 Temmuz sürecinde taraftarın yarattığı hava, bir direniş öyküsünün parçası olmak gibi pozitif motivasyon unsurlarıyla takım bir mücadele ve karakter gösterdi.
Sezon boyunca Fenerbahçe bu kadrodan çok üst düzeyde yararlandı. Kaybettiğimiz maçlar, özellikle deplasman maçları, bu psikolojinin uzağında olunan maçlar olduğu için zaten kaybedildi.
Şimdi soruyorum, hangi vicdanı olan insan evladı, şu resme bakıp Aykut Hoca İstifa diyebilir?
Kardeşim ne yaptı Aykut Hoca? Efendim Stoch'u çıkartıp Selçuk'u oyuna sokmuş. Evet? Çünkü Stoch bütün maç yürüdü, oyuna katkısı sıfırdı. Futbol tek başına oynanmıyor ki? Bir de rakip var. Melo, Selçuk İnan, Engin Baytar'lı Galatasaray orta sahası Fenerbahçe'nin orta sahasını sürklase etti. Orta saha direncini arttırmak için o bölgeye Selçuk'u soktu, orta saha göbeğini üçledi, Sow'u da sol kanada çekti. Ancak Alex ileride tek başına ve sırtı kaleye dönük oynadığında verimli bir oyuncu değil. O yüzden de Alex'i çıkarmak zorunda kaldı. Diyorlar ki neden Bienvenu'yu oyuna soktu? Kusura bakmayın ama kulübede Drogba vardı da Aykut Hoca illa Bienvenu'yu oynatacağım mı dedi? Öyle böyle bu adam sırtı kaleye dönük oynamış, oynayabilmiş, bu konuda deneyimi olan bir adam. Sow ile yerlerini değiştirerek de oynatabilirsiniz. Eldeki malzeme bu. Dia da oyuna sonradan girdi, ancak Dia'dan iki sezondur Fenerbahçe hiçbir verim alamıyor. Adam çok süratlı, hızlı bir oyuncu ama top kontrolü zayıf, pas yeteneği zayıf, son vuruş zayıf. Futbol da sadece haldır haldır depar atarak oynanan bir oyun değil. Öyle olaydı sprinter transfer ederdik, futbolcu değil.
Şimdi bir tane maçta takım beklenen galibiyeti alamadı diye bu kadar öfkelenmeye hazır insanlar varsa, onlar da 3 Temmuz'dan, bu sezon yaşananlardan hiçbir şey anlamamış demektir. Karşımızdaki manzarayı doğru düzgün tahlil etmeye ihtiyacımız var.
1- Bu kadro geçen sezonun kadrosundan zayıf. Hatta bu kadro 2006-2007 sezonu kadrosundan bile zayıf.
2- Bu kadro çok yoğun ve dramatik bir süreçten geçti, psikolojik olarak da desteğe ihtiyacı var.
3- Hayal kurmanın alemi yok, bu kadronun limiti de belli. Bu şampiyon olamayız demek değil, futbolda her şey var, ancak normal şartlar altında bu kadronun şampiyonluğa sahip olması yakın ihtimal değildir.
Fenerbahçe'nin bu sezon maçları stadda oynanmıyor, bu sezon stad dışında kazanacağız, ondan sonraki her sezon da stadın içinde. Gerçek şampiyonluk, gerçek mücadele bizi orada bekliyor. 3 Temmuz 2012 günü tutsak kalan Fenerbahçe yönetimi dışarıda olursa, Fenerbahçe'nin büyük yürüyüşü hiç olmadığı kadar güçlü devam edecek ve Türkiye tarihinde kimsenin görmediği, erişemeyeceği bir şampiyonluğa imzamızı atmış olacağız. Bu amaca ve bu amaç için çalışan herkese destek olmak da, bu haksızlığı gören ve insani bir tutum almak isteyen herkesin boynunun borcu..
Geçen sene takımın aksayan yerleri belliydi. Neticede orta sahanın göbeği yeteri kadar verimli değildi, genel olarak kanatlarda, özel olarak sol kanatta bir problem olduğu gözüküyordu.
Takımın en iyi yeri defans göbeğindeki "Lugano - Yobo" ikilisyken, en büyük boşluk da Niang'ın olmadığı maçlarda forvette gözüküyordu. Dolayısıyla sezon sonunda takviye edilecek yerler mümkünse sol bek, orta sahanın göbeği ve Niang'a bir yedek olacaktı.
Neden? Çünkü Fenerbahçe'nin ortasahasının göbeği biraz fazla yumuşaktı, Emre'nin oynamadığı maçlarda, orta sahadan ileri uca top taşımakta zorluk çekiliyordu, Baroni - Selçuk hattının oyun kurma becerisi yeterli değildi. Andre Santos çok yetenekli bir oyuncu olsa da arkası sürekli boş kalıyordu, bu alandaki boşluğu da rakip takımlar değerlendiriyordu.
Dahası, Niang sakatlandığında forvette Guiza oynayınca gol bulmakta takım daha da zorlanıyordu. İki sezondur kapalı defanslara karşı baskı kurarak oyunu açacak, kanatlara top taşıyabilecek, top karşı takımdayken de topu kazanarak yeniden oyuna sokabilecek oyunculara ihtiyacımız var.
Yani sezon başında Fenerbahçe'nin transfer listesinde ortasahanın göbeğine bir yabancı oyuncu, kronik sakatlıkları nedeniyle Emre'ye bir alternatif, Niang'a güçlü bir yedek, defansın göbeğine her tür duruma karşı bir alternatif ve eğer mümkünse daha iyi bir sol bek transferi vardı.
Nitekim Gökhan İnler, Selçuk İnan, Diarra, Serdar Kesimal, Emenike transfer hareketleri de bu alana yönelmişti. Sezer Öztürk ve Orhan Sam transferleri ise kulübeyi zenginleştirmek yönünde atılmış adımlardı.
Peki ne oldu? 3 Temmuz operasyonu oldu. Sonra bir de 24 Ağustos darbesi geldi.
Takımın en güçlü iki mevkisi dağıldı. Niang gitti, Lugano gitti, onların açtığı boşluk için elimizde kim vardı? Serdar Kesimal, Bilica, Bekir, Bienvenu.
Bu sezonun kazancı Stoch ise, kaybı da Milli Takım'da hatalı bir tedavi gören, iyileşmesi ve adaptasyon dönemi gittikçe uzayan Gökhan Gönül ile yine bir türlü toparlanamayan Mehmet Topuz dur.
Yani Fenerbahçe bu sezona geçen sezondan çok daha güçsüz bir kadroyla başladı. Geçen sezonun eksikliklerinin üstüne yeni eksiklik alanları ortaya çıktı.
Üstelik Fenerbahçe ekonomik olarak da büyük bir darbe yediği için bu eksiklikleri sezon içerisinde kapatabilecek güçten de mahrum kaldı.
Bugün Fenerbahçe'nin bir önceki sezona göre daha dar bir kadrosu, daha fazla transfer ihtiyacı var. Fenerbahçe'nin orta sahası çok yumuşak, orta sahanın göbeğindeki ikilide Emre'nin agresif ve bireysel çabaları dışında oyuna iki yönlü katkı çok düşük. Yani oyunun temeli, orta sahanın göbeği boş.
Sol kanat geçen sezon da bir problem alanıydı. Bu sezon Stoch'un bireysel çabasını ve yeteneğiyle yarattığı alanları saymazsak hiçbir verime sahip değil. Andre Santos'un oyunun defansif yönüne katkısı azdı ancak çok yetenekli, ayağını iyi kontrol edebilen bir oyuncu olduğu için sonuca etkisi güçlüydü. Ziegler'in hücuma katkısı Andre Santos'un yarısı kadar bile değil. Defansın yönündeki katkısı da herkesin malumü.
Geçen sezonun en dinamik, en güçlü ikilisi Gökhan Gönül, Mehmet Topuz ikilisiydi. Oyunun her iki yönünde de çok büyük katkısı olan bu ikili Fenerbahçe'nin kanat organizasyonlarının temeli olarak gözüküyordu. Üstelik bu ikilinin sağ kanattan yaptığı bindirmeler rakibin dengesini de bozuyor, onların topa sahip olma ve kullanma becerilerini aksatıyor ve oyuna katkılarını düşürüyordu. Bu sezon ise bu ikili geçen sezonun yarısı kadar bile oyuna katkı sağlamıyor.
Üstelik takıma en büyük güven veren, hücuma çıkmalarına ve rahatça topla oynamalarına sebep olan yer, defansın göbeği de artık boş. Eskiden takım arkada Lugano ve Yobo'nun olduğunu bilerek biraz daha ileri hareket edebiliyordu, bu sezon ise defansın göbeği aynı güveni vermiyor. Herkes diyor ki 2-0'dan sonra takım neden geri çekildi? Çok basit, çünkü ileri giderlerse arkada ne olacağını, Galatasaray'ın hızlı oyuncularının orada neler yapabileceğini hepsi düşünüyor.
Ayrıca, ileri uçtaki oyuncuların da karşı takıma rahat top kullandırması orta sahaya daha fazla baskı yaratıyor. Orta saha sürekli mücadele ettiği için, zaten kapasitesi belli oyuncular da gittikçe oyundan düşüyor, oyundan düştükçe onlar da geriye doğru çekiliyor ve takımın elinde kontra atak silahları da olmadığından genel olarak takım baskı yiyor.
Bütün bunlara,
3 Temmuz operasyonunu, takımın yöneticilerinin tutuklu olmasını, finansal girdilerin düşmesini, her maçtan önce ortaya çıkan bir takım olayları, Fenerbahçe maçlarından önce ilan edilen yeni kuralları, iddianameleri, "şok edici" gelişmeleri, korkunç medya (qtm) baskısını ve bütün bunların yarattığı psikolojiyi ekleyin,
Aykut Hoca bütün bunlarla mücadele ederek takımı bu seviyede tuttu. Bugün Fenerbahçe ikinciyse, bu başarının altında Aykut Hoca'nın liderliğinin imzası var.
Hayal dünyasından çıkmamız lazım. Fenerbahçe çok dar bir kadroyla bugün ligin zirvesinde yer alıyor. Bu kadro esasında şampiyonluk için yeterli değil ancak yine 3 Temmuz sürecinde taraftarın yarattığı hava, bir direniş öyküsünün parçası olmak gibi pozitif motivasyon unsurlarıyla takım bir mücadele ve karakter gösterdi.
Sezon boyunca Fenerbahçe bu kadrodan çok üst düzeyde yararlandı. Kaybettiğimiz maçlar, özellikle deplasman maçları, bu psikolojinin uzağında olunan maçlar olduğu için zaten kaybedildi.
Şimdi soruyorum, hangi vicdanı olan insan evladı, şu resme bakıp Aykut Hoca İstifa diyebilir?
Kardeşim ne yaptı Aykut Hoca? Efendim Stoch'u çıkartıp Selçuk'u oyuna sokmuş. Evet? Çünkü Stoch bütün maç yürüdü, oyuna katkısı sıfırdı. Futbol tek başına oynanmıyor ki? Bir de rakip var. Melo, Selçuk İnan, Engin Baytar'lı Galatasaray orta sahası Fenerbahçe'nin orta sahasını sürklase etti. Orta saha direncini arttırmak için o bölgeye Selçuk'u soktu, orta saha göbeğini üçledi, Sow'u da sol kanada çekti. Ancak Alex ileride tek başına ve sırtı kaleye dönük oynadığında verimli bir oyuncu değil. O yüzden de Alex'i çıkarmak zorunda kaldı. Diyorlar ki neden Bienvenu'yu oyuna soktu? Kusura bakmayın ama kulübede Drogba vardı da Aykut Hoca illa Bienvenu'yu oynatacağım mı dedi? Öyle böyle bu adam sırtı kaleye dönük oynamış, oynayabilmiş, bu konuda deneyimi olan bir adam. Sow ile yerlerini değiştirerek de oynatabilirsiniz. Eldeki malzeme bu. Dia da oyuna sonradan girdi, ancak Dia'dan iki sezondur Fenerbahçe hiçbir verim alamıyor. Adam çok süratlı, hızlı bir oyuncu ama top kontrolü zayıf, pas yeteneği zayıf, son vuruş zayıf. Futbol da sadece haldır haldır depar atarak oynanan bir oyun değil. Öyle olaydı sprinter transfer ederdik, futbolcu değil.
Şimdi bir tane maçta takım beklenen galibiyeti alamadı diye bu kadar öfkelenmeye hazır insanlar varsa, onlar da 3 Temmuz'dan, bu sezon yaşananlardan hiçbir şey anlamamış demektir. Karşımızdaki manzarayı doğru düzgün tahlil etmeye ihtiyacımız var.
1- Bu kadro geçen sezonun kadrosundan zayıf. Hatta bu kadro 2006-2007 sezonu kadrosundan bile zayıf.
2- Bu kadro çok yoğun ve dramatik bir süreçten geçti, psikolojik olarak da desteğe ihtiyacı var.
3- Hayal kurmanın alemi yok, bu kadronun limiti de belli. Bu şampiyon olamayız demek değil, futbolda her şey var, ancak normal şartlar altında bu kadronun şampiyonluğa sahip olması yakın ihtimal değildir.
Fenerbahçe'nin bu sezon maçları stadda oynanmıyor, bu sezon stad dışında kazanacağız, ondan sonraki her sezon da stadın içinde. Gerçek şampiyonluk, gerçek mücadele bizi orada bekliyor. 3 Temmuz 2012 günü tutsak kalan Fenerbahçe yönetimi dışarıda olursa, Fenerbahçe'nin büyük yürüyüşü hiç olmadığı kadar güçlü devam edecek ve Türkiye tarihinde kimsenin görmediği, erişemeyeceği bir şampiyonluğa imzamızı atmış olacağız. Bu amaca ve bu amaç için çalışan herkese destek olmak da, bu haksızlığı gören ve insani bir tutum almak isteyen herkesin boynunun borcu..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)